
Sırtı nemli odalarınızın pencere parmaklıklarından
Duvarda asılı duran biçimsiz tablolarınızdan
Porselen ayağı çatlak, palyaçonun hüznüyle
Soruyorum şimdi size
Beni bana bırakmadınız da
Kime söylediniz adımı'
(P.Özgür ADIKUTLU)
Yine aynı ses, aynı kalabalık ağızlar, henüz dillendirilmemiş bir inançla sesin geldiği yöne doğru yürümeye başladım. Umut suyunu burkmasınlar daha çok diye diye ekvatorsuz gövdemle devlete bir kez daha sırtımı döndüm! DÖN-ME diye diye annem.
-döndüm-
Neden öyle ağır, öyle yaban ?baba kı(yı)yorlar-dı. Sırtıma buz sürülmüş bir vicdanla diyordum; herhangi birinin inandığı bir renk, diğerinin sırtına tedirgin bir renk olarak kalabilirdi ama neden bu kadar kör olmayı seçmişti insanlar'
İşte, bunları düşündüğüm günün gecesinde açtım bilgisayarı.
Trans erkek arkadaşımız ’Onur KAYIR’ intihar etti diyordu, durum güncellemeleri. Emin olmak için profiline bakındım telaşla. Bak-a-kaldım. Durdum, o an bir gömülme sessizliğine rengimi bıraktım sanki, evet evet bir yılan derisinde bellek yitimine hem de!
Yoğun bir öfke hissettim ilk önce. Evet, hüzünden çok öfkeydi bu hissettiğim. Üzerimize giydirilmiş bir intihara kızgınlığımdı belki de. Bir kez daha öldürülmüştük. Trans intiharları politiktir diyecektir sonrasında! Evet öyle ama ben biraz farklı yerden bakmak istiyorum. Toplumun öteki olmaya dayattığı sistem karşısında sanki tek kurtuluşun intihar olarak algılanıp, uygulanmasının önüne nasıl geçmeliyiz-e çözüm bulmak istiyorum. Herkes bir şeyler söylüyorken, sesler birbirine çarpıyorken başka bir yerden duyurmalıyız bu çığlığı diye düşünüyorum.
Örgütlenmek! Bireysel benlik özümsemesi yaparak ama. Kimliklerimizle var olup yaşamaya başlamalıyız. Çünkü kendimizle yüzleşirsek özgürleşebiliriz ancak. Transfobi ve homofobinin tek suçlusu, heteroseksizmin normalliğine şartlanmış bir toplum mu sadece' Eğer sadece buradan bakarsak, toplumun bilinçsizliğini kabul edip, kolayına kaçmış olmaz mıyız'
Trans erkek-lik üzerinden devam etmek istiyorum. Devlet şiddetine karşı ses çıkarabileceğimiz bu örgütsel mekanizmalara trans erkek katılımı neden az-ları sorgulamak istiyorum. Bence öncelikli olarak buradan başlamalıyız Hegomonik erkekliğin ürettiği iktidar erkekliğine neden bu kadar yakınır durur bir trans erkek' Bunun nedeni, kadınlık deneyimi (zorunlu)yaşamış olmanın verdiği durumdan kaynaklı bi rahatsızlık mı' Bir çoğumuz, bunu bile kabullenmek istemiyor. Peki bu durumları yaşamamızın tek nedeni dışsal etmenler mi' Yoksa biz melankolik ve mağdur kimliğine bürünerek, nesneleşip kendi özgücümüzü göremiyor muyuz' Ben biraz da böyle olduğunu düşünüyorum. Bunu anlamak için son yaşanan intihar olayında arkadaşımız Onur KAYIR ’ın ardından sanal ortamdaki yorumları okuduğumda, bunu çok net bir şekilde görebildim. Dilimizde şiddet, eril dille yoğrulup en ağır küfürler ettiriyor. Kadın deneyiminden geçtik diyen trans bir erkek olarak ben, hiçbir şekliyle bu dili kabul etmiyorum. Kadın cinselliği üzerinden, erk-ek sinirini dışarı atma olarak görenlere de hayret ediyorum. Buna çok sık şahit olmakla birlikte, rahmetli Onur’un ölümü üzerine de bu dilin şiddetli bir şekilde kullanılmasından iğrendim. Bu kadar sığ mıydık biz. O ne yaptı' Bu ne dedi, ben onun..! Suçlu kim ben onun..! Sevgilisi bıraktı ben onun...! Üzerinden mi tartışılmalıydı' Böyle mi rahatlayacaktık. Yoksa daha sistemli ve sağ duyulu bir bakışla mı analizler yapılmalıydı' Önceleri şiddetin dışarıdan geleceğini düşünürken, bu defa kendi içimizden geldiğini görmek canımı yaktı. Var ettiğimiz bu çirkin dil, eleştirdiklerimize ne kadar benzediğimizi bana ürpertiyle gösterdi. Tamam erkeklik deneyimini daha geç yaşıyoruz bu toplumda ama unutmamak gerekiyor ki, erkekliğimiz kadınlardan önce, erkekler tarafından sorgulanıyor!
Gilbert Hedert, Guardians of the Flutes çalışmasından örnek vermek istiyorum. Papua Yeni Gine’deki bir kabilede uygulanan bir ritüelden bahsetmektedir. Bu ritüelde erkekliğe adım atacak olan çocuklar, kabiledeki en yaşlı olan kişinin penisini yalar, başka bir deyişle oral seks yapar. Buradaki amaç meniyi yutmak ve de bedeni kadınlığın izlerinden arındırmaktır. Zira anne sütü ile beslenen erkek çocuğun, kadınlığın izlerini, sıvılarını taşıdığı inanılır. Dolayısıyla, erkekliğe adım atacak çocuğun deyim yerindeyse ağzına boşalma eylemi, bedeni erkekliğin sıvısı ile yeniden doldurmaktır. Böylece beden kadınlığın kötü, kirli sıvılarından arındırılacaktır. Başka bir kabilede yapılan ritüel ise, bedenin üzerinde kesikler oluşturacak şekildedir. Bu şekilde akan kan ile, erkek çocuk kirli kandan, kirli sıvılardan arınacaktır.(Hedert: 1981) Buradaki kir, anne sütü ile beslenen çocuğun taşıdığı kadınsal sıvı olarak algılanıyor.(Volatil)
Vermiş olduğum örnek, erkek-lik kutsaması değil de nedir'
BIRAKALIM, kim daha erk-eklikleri.
Kendimizi değiştirme ve dönüştürme gücü olan bir özne gibi hissedelim ve inanın bu bize güç verecek. Dilimize dikkat edelim. Kullanılan dilin, sorunlu ve kolaya kaçan bir dil olduğunu düşünüp bu dille ancak, intihar üretilebileceğini gördüm çünkü. Oysaki bizim umuda ihtiyacımız var. Bu umut uzun soluklu, özenle harmanlanmış bir örgütlü mücadeleyle mümkün. İnanarak. Bu mücadelede kazanımlar bazen hızlı, bazen yavaş hatta bazen geri gidecek, bizler bunların hepsinin tüm hak mücadelelerin doğal seyri olduğunu bilerek rahatlayıp, azimle yolumuza devam edelim. Ama önce kendimizi dönüştürerek, bu dönüşümü topluma yayarak. O zaman inanın, ’Efe’ de ’Onur’ da daha huzurla uyuyacak..
1(’Oev’ adlı şiirim, yazı çizi de ve lacivert öykü ve şiir dergisinde yayınlanmıştır.)
Özgür GregorSamsa
(İlüstrasyon: Daniel Alexander)