
“Ben bedenimdeki hapisten kurtulmak istiyorum”
Diren Coşkun’un ölüm orucu süreci nasıl başladı'
Diren’den önce Buse’nin başvurusu vardı. Her şeyden önce iki arkadaşımız tecrit koşullarında tutuluyordu. Herkesten uzak, bir odada iki kişi... En büyük şikayetleri buydu aslında. Bunun dışında, cinsiyet kimliklerine gösterilen saygısızlıktan da şikayetçiler. Onların kendi isimleri var. Ancak kimlik isimleriyle hitap ediliyor. Bu, onları haklı olarak son derece olumsuz etkileyen bir durum. Makyaj malzemelerine erişememeleri, erkek gardiyanlar tarafından aranmalarının dışında esas meseleleri cinsiyet geçiş operasyonlarının düzgün ve çabuk bir süreçte ilerlemesi.
Buse, müebbet hapis yükümlüsü bir trans kadın. Hiç avukatı olmadan, tek başına cinsiyet geçiş için başvurusunu yapmış. Ona, hiç avukatı olmadan yargılandığını, bir şeyler yapabileceğimizi söylediğimde, bana “ben bedenimdeki hapisten kurtulmak istiyorum.” dedi. Bu bana çok dokunmuştur.
Cinsiyet geçiş operasyonu için Türk Hukuku’na gore, başvuru sonrasında tam teşekküllü bir hastaneye yönlendiriliyorsunuz. Hastane, “fiziksel ve ruhsal açıdan cinsiyet değişikliği için uygundur” yazılı raporu verirse ameliyat olabiliyorsunuz. Ancak Buse’ye, “cinsiyet değişikliği zorunludur” raporu verildi. Biz de, bu ifadenin hiçbir anlaşılır gerekçesi yoktur ve nasıl zorunlu olabilir diye başvurumuzu yaptık ve ifade düzeltildi.
“Mahkemeler arasında uyumsuzluk ve keyfiyet var.”
İlerleyen süreçte, Buse’nin cinsiyet geçişi için karar Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından verildi. Ancak, Diren için Asliye Hukuk Mahkemesi’ne yapılan başvuruda, “bu Sulh Hukuk Mahkemesi’nin kapsamına girer” cevabını aldık. Buradan da mahkemeler arası uyumsuzluğu ve keyfiyeti görüyoruz. Bu keyfiyette, haklı olarak Diren’i olumsuz etkiledi ve yargıya olan umudunu kaybettiğini gördüm. Bu yüzden de ölüm orucuna başlama kararı aldı. Ona, ölüm orucunun son noktada başvurabileceği bir şey olduğunu ve sürecin bitmediğini söylediğimde, “lütfen irademi kırmayın” dedi. Geldiğimiz noktada, ölüm orucunu bıraktı. Bizim yapabileceğimiz şey ise, hukukun çabuk bir şekilde ilerlemesini sağlamak.
Mahpus transların yaşadığı sorunlar nelerdir'
İlk etapta yaşadıkları en büyük sorun elbette tecrit. Ancak bu sorunların sadece devletten kaynaklandığını düşünmüyorum. Son derece erkek ve feodal bir devlet yapısı var. Cezaevine fikirleri ve düşünceleri yüzünden girmiş insanlar var. Ne yazık ki, toplumsal cinsiyet bakış açısından kopamamış pek çoğu. Bu yüzden de, mahpusların dayanışmasının translar açısından yeterliliği olduğunu düşünmüyorum. Diren’in ölüm orucuna karşı diğer sosyalist kesimlerden daha büyük destekler beklerdim. Konu, bu yönüyle de tartışılmalı.
“Tecritin tek amacı sizi teslim almak”
Peki tecrit nedir, bir işkence yöntemi midir'
Bu konu ile ilgili geçtiğimiz yıllarda bir çalışma yaptık. Tecrit, tam anlamıyla bir izolasyon. Tamamen toplumla, aileyle, avukatlarla ilişkiyi kesen bir şey ve sandığımızdan daha geniş bir konu. İnsan kendisi olmaktan nasıl vazgeçebilir' Tecrit, sizin cinsiyet kimliğiniz de dahil her şeyden vazgeçerek teslim olmanızı bekliyor. Tek amacı teslim almak. Ancak bu bizim coğrafyamızda çok işe yaramıyor. İnsanlar, bu baskıya karşı direnme şekilleri geliştiriyorlar. Tıpkı Diren gibi.
LGBTİ+ mahpusların yaşayacağı bir LGBTİ+ cezaevinin yapıldığı söyleniyor. Bu, sorunu çözebilir mi'
Bence hiçbir sorunu çözmez. Bu yapının arkasındaki niyete bakmak gerekiyor. Erkek egemen bir yapının içerisinde böyle bir cezaevi oluşturmak, LGBTİ+’ları bir semte sıkıştırmakla aynı şey. Bunların son derece ayrımcı yöntemler olduğunu düşünüyorum. Diren ve Buse, kadın koğuşunda kalmak isterlerse, orada kalırlar. Bunun da bir toplumsal cinsiyet rolü dayatması olduğunu görebiliyoruz. Ancak, LGBTİ+’lar bunu kabul ederlerse elbette yapılabilir. Kararı sadece onların verebileceğinin anlaşılması gerek.
Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı'
Toplumsal cinsiyetçi bakış açısının herkesde egemen olduğunu düşünüyorum. Tıpkı soykırımcı ideoloji gibi. Bu yüzden, dayanışmayı büyütürken, herkesin kendini dönüştürmeyle başlaması gerekir.
Röportaj: Buse Kılıçkaya