Esat-Eryaman Davası: Adaletin Peşinde 19 Yıllık Bir Direniş

Röportaj: Eylem Esen Arabacı

Türkiye’de transların maruz kaldığı sistematik şiddetin en görünür örneklerinden biri olan Esat-Eryaman davası, sadece bir hukuk mücadelesi değil; aynı zamanda bir toplumsal hafıza, direniş ve dayanışma örneği olarak tarihe geçti. 2006 yılında Ankara’da paramiliter çetelerin trans kadınlara yönelik saldırılarıyla başlayan süreç, yıllar süren mahkeme salonu mücadeleleri, delillerin kaybı, faillerin serbest bırakılması ve politik dayanışmanın gücüyle şekillendi.

Davayı en başından bu yana takip eden ve mücadelenin hukuki ayağını yürüten avukatlardan Senem Doğanoğlu ile gerçekleştirdiğimiz bu söyleşi, Esat-Eryaman davasının yalnızca bir dava olmadığını; bir kuşağın inadı, başka kuşaklara devredilen bir hak mücadelesi ve unutturulmaya çalışılan hafızanın direngen bir taşıyıcısı olduğunu hatırlatıyor.

Yıllardır süren adalet arayışının, devletin ihmalleri ile çetelerin cesaretiyle ve buna karşı örülen dayanışmayla nasıl iç içe geçtiğini, dava sürecindeki dönüşümleri ve davanın bugünkü durumunu tüm boyutlarıyla konuştuk.

Esat-Eryaman davası Türkiye'deki trans hakları mücadelesinde nasıl bir yer tutuyor sizce? Sürecin başından bu yana davanın avukatı olarak, bu dava sizin için ne ifade ediyor? 2006’dan bugüne davanın sizin açınızdan anlamı nasıl değişti?

“Transların örgütlenme sürecinde hem önemli bir belirleyen oldu hem de Pembe Hayat açısından örgütlülüğün önemli boyutlarından birini oluşturdu. Transların paramiliter çeteler tarafından saldırıya uğradığı, sürgüne zorlandığı sonra da sürgün edildikleri alanda yeniden aynı çete tarafından saldırıya uğradığı bir yılın sonunda politik dayanışma gösterenlerle birlikte görünen faillerin yakalandığı, eylemlerine son verdiği bir başlangıç idi bu dava. 19. yılında çoğu Yargıtay odalarında olmak üzere adliyede mahkemeler arasında dolaştırılsa da hukuki anlamıyla da politik karşılığı ile de bu dava, kuşaklar arası geçen ve toplumsal mücadele ile karşılaşan, yükselen ve bazen de ivmesi azalan, dönüşen her daim  bir inadı temsil ediyor.”

Dava sonucunda verilen 62 yıllık hapis cezası kararının bozulmak istenmesi ne anlama geliyor?
Bu süreçte hangi hukuki gerekçeler öne sürülüyor? Kararın bozulması durumunda nasıl bir tablo ortaya çıkabilir?

“Sanık haklarına kanunun da ötesinde sahip çıkıldığı, suçlamalar yönünden aranacak deliller konusunda içtihatları aşan şartların arandığı üç kez Yargıtay incelemesine takılan bir dava oldu. Kararı, son duruşmada 2 sanığın avukatı hazır olmadığı nedeniyle usulden bozmak istiyorlar. Son duruşmadan önce hazır olan avukatlara ihtar edilmesine hatta olmayan avukata tebligat çıkarılmasına rağmen bu nedenle bozulsun isteniyor. Ayrıca diğer iki sanık yönünden istedikleri usul tamamıyla karşılanmış olmasına rağmen onlarla ilgili kısmı Yargıtay onamıyor. Yargıtayın bu kararına karşı tarafların ne diyeceğinin sorulması sonra savunmaların tekrar alınması ile zamanaşımının dolması bekleniyor. Şimdi bunu Yargıtay mı söyleyecek yoksa 30. Ağır Ceza Mahkemesi mi? Bizi sıkıştırmaya çalıştıkları yer burası ama  Pembe Hayat’ın Yıllar Afftemez serisinden alınacak sözle zamana da meydan okuyan bu sürecin tarihini yoldaşlık yazacaktır diye düşünüyorum. Sanıklar serbestler. Alacakları ceza ve infaz edilmesi önemliydi. Ama bu dava baştan beri adli bir talepten fazlası idi.”
 

Mahkemenin ilk günden bugüne tutumu nasıl değişti? Adaletin gecikmesi süreci nasıl etkiledi?
Devletin bu tür nefret suçlarına yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?

“DGM eski hakimleriyle başladı, özel yetkili mahkemelerle devam etti sonra araya Yargıtay parantezi girdi bakacak Mahkeme bulunması uzun süre aldı. Bulundu bu sefer yine usulen eksiklikler olduğu gerekçesiyle bozuldu, geri Yargıtaya gitti… Sonuç olarak mahkemelerle yüz yüze karşılaşma ilk dönem ve 2021 sonrası olan  dönemle sınırlı. Biz ilk yargılama döneminde de insanlığa karşı suçtan yargılamanın yapılmasını talep etmiştik. Henüz Ceza Kanuna yeni gelen bir maddeydi ve nefret suçu kategorisini aşan bir değerlendirmeyi gerektiriyordu. Bu nedenle son dönem de Yargıtay başvuruları da suçun niteliğine ilişkin tartışmayı içeriyordu. Nefret suçu meselesi ise yargıçlara sanıkların açıklanabilir motivasyonunu anlatabilmek için önemli bir atıftı. İlk yargılamada bu nedenle (mahkeme kararından alıntıyla) toplumsal önyargıların tetiklediği düşüncelerle transları yaşam alanlarından koparmak üzere bir araya gelmiş olan bir çete tarifi yapıldı. Sonra da saldırganlara çok az ceza verildi, serbest kaldılar. İkinci yargılamada  ise kriminal/mali bir motivasyon yükleyip translara trans oldukları için saldırmayı seçen çeteyi, çete olmaktan çıkarıp, politik bağlamından ari kılarak çok fazla ceza verilen bir karar var elimizde. Her iki karar da devletin, sermayenin kurduğu ağlara ulaşmamıza imkan verecek nitelikte değildi. Ancak hiç birimiz mahkeme kararlarında yazdığı haliyle de yaşanılanları anlatmadık. Başa dönecek olursam insanlığa karşı suç dememizin bir anlamı da buydu. Zamanaşımı işlemeyen bir suç türü olması zaman geçtikçe delillerin daha çok ortaya çıkmasıyla da ilgilidir. Yargılamada aslında bir fail daha bulduk. Yargılanan sanıkların birbirleriyle ilişkide olduklarına dair inkarları yeni delillerle ortadan kalktı. Ankaradaki inşaat sektörüyle devlet arası ilişkilerin bugün daha belirgin hale gelmesi söz konusu. Mahkemeler tarafından verilecek bir karara olan talep baki, gecikmesi bir çeşit melankoliye sebep oluyor. Ancak unutturulmadığı sürece geçmişin hayaleti değil Eryaman-Esat sadırıları. Buradan da bakmak gerek sanırım.”

Esat-Eryaman davasında kolluk kuvvetlerinin veya diğer kamu kurumlarının rolü ve ihmalleri hakkında ne söyleyebilirsiniz?

“Eryamanın soylulaştırılması projesi gerekirse çeteler eliyle sağlanabilecek bir proje olarak ilk transları hedef aldı. Eryamandaki saldırılarda faillere yol verildi. Ne zamanki Esat’a sürgün edilen transları hedefine koydu aynı çete, o zaman biraz daha işler karıştı. Sanıklardan biri A Takımı arkamda derken aslında hem arkasındaydı hem de değildi. Yine yakalanmayabilirlerdi. Ancak o aşamada mumlu eylemler, kefenli eylemler ve her yerde yükselen dayanışma bir kısmını yakalanmaya zorladı. Halen tespit edilmeyen saldırganlar olduğunu hatırlayalım. “
 

Davayı sadece hukuki değil, aynı zamanda toplumsal ve politik bir mücadele olarak da yorumluyor musunuz? Yorumluyorsanız bu bağlamda sivil toplumun rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

“Aslında konuşmuş olduk, başından beri politik bir mücadele idi. Partiler, demokratik örgütler, feministler, LGBTİ hareketi ve  dernekler ile birlikte hareket edildiği ölçüde dava açıldı, kararlar çıktı, yargılama hızlandı. Son yargılamada Barolar, LGBTİ Komisyonlar ile Kadın Hakları Komisyonlarındaki avukatların dayanışması da çok önemliydi. Dolayısıyla bu politik dayanışma olmasaydı 2006-2007 saldırıları olarak hafızamızda faili meçhul olarak kalan bir örüntü olacaktı belki de.”
 

Son süreçte davada tekrar bir karar bozma girişimi görülüyor. Burayı detaylandırabilir misin? Bundan sonraki süreçte ne tür hukuki adımlar atılması bekleniyor? Bu dava, başka transların yaşadığı şiddet davalarına emsal olabilir mi?

“30 Ağır Ceza Mahkemesi herkese tebligat çıkarttı, yeniden mütalaa verilecek yeniden sanıklar avukatlarıyla birlikte savunma yapacak. Sonra zamanaşımı dolmazsa karar  verilecek ve yeniden Yargıtaya gidecek. Teknik olarak durum bu. Çok hızlı bir şekilde tek duruşmada gerekirse bitecek şekilde Yargıtaya zana kazandıran bize aşındıran işlemleri halletmeye çalışıyoruz. Bu dava ilk kararın çıktığı günden bu yana sanıyor ve umud ediyorum ki bir içtihat olarak anlam ifade etti.”

Toplumun, medyanın ya da uluslararası kurumların desteği bu süreçte nasıl bir etki yaratabilir?

“Kuşkusuz davanın anlamının, sonuçlarının ya da tümüyle buradaki adalet talebinin her boyutuyla ve layıkıyla tartışılması gerekiyor. Mahkemenin bu davayı bu tartışmalarla birlikte tanıması, anlaması gerekiyor. Bu sadece duruşma salonuyla sınırlı olamaz diye düşünüyorum. Dolayısıyla nasıl bir birlikte yaşam içinde olacağımızın ufku da dahil olmak üzere şimdi bu dava ancak söz konusu ettiğiniz destekle hak ettiği sonuca erişecek.”