Röportaj: Eylem Esen Arabacı
Tekrarlayan müstehcenlik suçlamaları ve savunma hakkının engellenmesi, trans kadınlara yönelik yapısal yargısal şiddeti ortaya koyuyor. Janset Kalan yaşadıklarını pembehayat.org’a anlattı.
Türkiye’de trans kadınlara yönelik yargısal pratikler her geçen gün daha görünür bir şekilde ayrımcı ve cezalandırıcı bir yapıya bürünürken, trans kadın aktivist Janset Kalan hakkında verilen yeni “müstehcenlik” kararı, bu yapısal sorunun çarpıcı bir örneği olarak öne çıkıyor.
Kalan, kendisine ait olmayan bir sosyal medya hesabında paylaşılan ve iddianamede “bacakları ve dekoltesinin göründüğü” şeklinde tanımlanan bir fotoğraf nedeniyle 5 ay hapis ve 400 TL adli para cezasına çarptırıldı. Ankara 48. Asliye Ceza Mahkemesi’nin verdiği bu kararın hükmü açıklanmadı, ancak süreç, trans kadınların adli makamlarda karşılaştığı sistematik ayrımcılığı bir kez daha gözler önüne serdi.
Tekrarlayan müstehcenlik suçlamaları ve derinleşen yargısal baskı
Verilen ceza, Kalan’ın maruz bırakıldığı ilk müstehcenlik yargılaması değil. İki yıl önce evi sabah erken saatlerde basılmış, telefon ve bilgisayarına el konulmuş, yine aynı suçlamayla Ankara 19. Asliye Ceza Mahkemesi’nde 10 ay hapis ve 12.500 TL para cezası kararı verilmişti. Bu karar istinaf sürecindeyken, bu defa kendisine ait olmayan bir hesap üzerinden yeni bir dava açıldı.
Kalan’ın ifadesinde hesabın kendisine ait olmadığını belirtmesine rağmen, Savcılığın “ifadesine itibar edilmemesi gerektiği” yönündeki değerlendirmesi, trans kadınların beyanlarının sistematik biçimde geçersizleştirildiğine dair güçlü bir örnek sunuyor.
Bu süreç, delilin niteliğinden çok kişinin trans kimliğinin suçlamanın dayanağı hâline getirildiği bir devlet pratiğini işaret ediyor.
Savunma hakkının engellenmesi: Bir kişi değil, bir topluluğun deneyimi
Trans kadınların adliye, kolluk ve sağlık kurumlarında yaşadıkları ayrımcılık, bireysel tanıklıkların ötesinde topluluk deneyimine dönüşmüş durumda. Kalan’ın aktardıkları da bu tabloyu doğruluyor.
Pembe Hayat’ın yönlendirdiği soruları yanıtlayan Kalan, devlet kurumlarında trans kadınlara yönelik ayrımcı tutumun yalnızca hukuki değil, aynı zamanda psikolojik baskı ürettiğini vurguluyor:
“Translar olarak — özellikle de trans kadınlar olarak — zaten şiddete, ayrımcılığa ve türlü hak ihlallerine yoğun biçimde maruz kalan bir topluluğuz. Bu nedenle, bir hak ihlaline uğradığımızda ya da bir şiddet vakası yaşadığımızda kolluk kuvvetlerine gitmek, şikâyette bulunmak başlı başına tedirgin edici oluyordu. Çünkü davranış biçimleri, herhangi bir yurttaşa nasıl davranıyorlarsa öyle olmuyordu. Sanki “zaten bunu hak ediyorsunuz” hissini veren bir tavırla karşılanıyorduk. Bu yüzden çoğumuz şikâyetten imtina ediyorduk. Pek çoğumuz, hastaneler dâhil olmak üzere kamu kurumlarına — sıradan bir şiddet vakası dışında bile — gitmekten çekinir olduk. Rutin bir sağlık muayenesi bile birçok trans için tedirgin edici hâle gelebiliyor.”
Kalan, yıllardır hak arama mücadelesini sürdürdüğünü belirtiyor ancak sanık kürsüsünde bulunmanın hissettirdiklerini şöyle ifade ediyor:
“Kamuyla karşı karşıya gelmem yeni değil ama hiçbir zaman sanık kürsüsünde olmamıştım. Savcıdan hâkime herkes, sanki ağır bir suç işlemişsin gibi davranıyor. Sana savunma fırsatı sunulmuyor; seni dinlemiyorlar… Bu, insanı yalnızca kırmıyor; aşağılıyor.”
Ayrımcı tutumun yargısal pratiğe dönüşmesi
Kalan’ın hukuki süreçte maruz bırakıldığı uygulamalar — ifadenin bir kenara itilmesi, delilin sorgulanmaması, savunma hakkının engellenmesi, memurların aşağılayıcı tavırları — münferit değil; trans kadınların devlet kurumlarında geniş bir yelpazede yaşadığı yapısal sorunların yargı alanına taşınmış biçimi.
Bu durum, sıradan bir müstehcenlik davasından ziyade kimlik temelli bir yargısal şiddet pratiğine işaret ediyor. Kalan da bunu şu sözlerle dile getiriyor:
“Aklı başında, mantıklı hiçbir insan bunun sıradan, münferit bir cezalandırma olduğunu söyleyemez. Bunun böyle olmadığı o kadar açık ki…”
“Bu bir dava değil, bir mesaj”
Kalan, yaşananların yalnızca kendisine yönelmiş bir yargı süreci olmadığını; trans kadınları kamusal alandan, görünürlükten, hak arayışından uzaklaştırmayı amaçlayan bir devlet stratejisinin parçası olarak değerlendirilmesi gerektiğini söylüyor.
“Bacağımın ve dekoltemin göründüğü fotoğraflar nedeniyle ‘Ahlaksızsın, konuşamazsın, kes!’ deniyorsa… burada çok ciddi bir problem var. Bu beni mücadele etmeye daha da kamçılıyor.”
Kalan’ın dosyası, trans kadınlara yönelik devlet pratiğinin aynası
Janset Kalan’ın maruz bırakıldığı yargısal süreç, tekil bir vaka olmaktan ziyade Türkiye’de trans kadınlara yönelik kurumsallaşmış bir ayrımcılığın ve cezalandırma pratiğinin göstergesi.
Tekrarlayan müstehcenlik suçlamaları, delile değil kimliğe dayalı değerlendirmeler ve savunma hakkının sistematik biçimde engellenmesi, bu davanın neden “münferit” olmadığını açıkça ortaya koyuyor.
Bu dosya, bir kişinin değil; bir topluluğun maruz bırakıldığı yapısal devlet şiddetinin somut bir örneği olarak kayda geçiyor.